Alemlerin Rabbi olan Allâh’a hamd, resüllerin en faziletlisi olan Muhammede, diğer peygamberlere, âline ve pak olan ashabına salât ve selam olsun.
El-Fatihah suresindeki sadece sana ibadet ve senden yardım dileriz mealindeki ayette geçen yardım dilenmesi konusunda ilim ehli der ki yani sadece senden yardımı yaratmanı dileriz.
Hangi müslüman Allâh’tan başkasından yardım dilediğinde, Allâh’ın yaratması olmaksızın başkasının yaratmasıyla yardımın geleceğine inanır ki?! Böyle bir inanca inanan bir müslüman görülmemiştir. Zaten böyle inanan bir kimse vehhabilerin bilmedikleri gibi Allâh’ı bilmemiştir. Allâh’ı bilmeyen kimse ise müslüman değildir. Nitekim imam Gazali: “İbadet ancak Yaratan Mabudu bildikten sonra geçerli olur” demiştir.
Allâh’tan başkasından yardım dilemenin bir beisi olmadığına dair rivayeti, ibni Abbas hakkında sabit olan Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Muhakkak ki Allâh’ın hafaza (koruma melekleri) dışında öyle melekleri vardır ki yeryüzünde dolaşırlar, ağaçtan düşen yaprakları yazarlar şu halde sizden birinizin başına geniş bir yerde bir sıkıntı gelirse ’Allâh’ın kulları yardım edin’ diye nida etsin“ mealindeki hadis-i şerifi yeterlidir.
Bu hadisin rivayeti ise Hadis hafızı ibni Hacer tarafından “Âmâlî” adlı kitabında merfu’ olaraktan hasen olarak değerlendirilmiştir. Hadis hafızı el-Heysemî ise: “Bunun ravileri sikadırlar (güvenilirdirler)” demiştir. Beyhakî de bunun rivayetini mevkuf olarak tahric etmiştir. (Bak. Keşfu’l estâr c.4 s.34, Şuabu’l imân c.1 s.445, Mecmau’z-zevâid c.10 s.132 ibni Abbâstan radıyallâhu anhumâ)
Dolayısıyla ehli sünnet alimleri bu ayet ile hadisler arasında uyum olduğunu bildirmişlerdir. O halde aralarında bir çelişkinin olduğundan söz edilemez.
Vehhabiler şüpheye sokmaya çalışarak tevessülü haram kılmak için çokca merfu’ olarak rivayet edilen ibni Abbâsın: “Dilersen Allâh’tan dile yardım dilersen de Allâh’tan yardım dile” mealindeki hadisini zikrederler.
Buna cevaben şöyle denilir: Bu hadis, Allâh’tan başka kimseden dileme, Allâh’tan başka kimseden yardım dileme gibi anlamlara gelmez. Bundan Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) muradı ise kendisinden bir şeyin dilenmesinde ve yardımın dilenmesinde Allâh daha önceliklidir. Bu hadis, varit olan: “Müminden başka kimseyle müsahabe etme ve yemeğini müttaki(Allâh’tan hakkıyla korkan kişi)’den başka kimse yemesin” mealindeki diğer hadise benzer.
Bu hadis, müslüman haricinde kalan bir kimseyle müsahabe etmenin haram olduğunu mu ihtiva eder?!
Bu hadisten, müttaki haricinde kalan kimseye yemek yedirmenin haram olduğu mu anlaşılır?!
Elbetteki hayır. Allâh Teâlâ Kur’anı kerimde El-İnsan suresinin 8. ayetinde bildirdiği gibi, kafir olan esire yemek yedirmeye müsaade etmiştir.
Ayrıca şu da bir gerçektir ki istiane (yardım dileme) teveccüh ve tevessülün aynı anlama geldiği arabî lugatı iyi bilen Takiyyuddîn es-Subkî gibi bazı ehli sünnet alimlerimiz tarafından bildirilmiştir. Nitekim Suyutî onun hakkında lugatçilerden olduğunu söylemiştir. Bu mesele ise bellidir. Dolayısıyla Bilal b. Haris el-Muzenî adındaki sahabi, hz. Ömer (radıyallâhu anhu) zamanında meydana gelen kıtlık yılında Allâh’ın Resulünün kabrine gelip şöyle demiştir: “Ya Rasulellâh ümmetin için yağmur dile onlar perişan olmuşlardır.” Bu sahabinin eylemi için tevessül demek de doğrudur istiane (yardım dileme) demek de doğrudur. Zira o Allâh’ın Resulünün kabrine, Allâh’ın Resulünden kendilerini perişan eden o dara düşenleri Allâh’tan yağmur dileyerek kurtarmasını dilemek maksadıyla gitmiştir. Bu hadisi ise Beyhakî sahih bir isnat ile rivayet etmiştir. (Bak. İbni Hacere ait olan Feth’ul barî, c.2 s.495, İbni kesire ait olan El-Bidaye ven-nihaye, c.7 s. 91)
Arapçayı bütün incelikleriyle veya bunların çoğunu bilenler maalesef azdır. Türkiyede ismi tanındığı veya tanınmadığı halde yarım arapçasıyla veya arabî sözlerin anlamlarını tam bilmeyerek kitap tercüme edip piyasaya süren kimselerin bulunması bunun bir göstergesidir. Bazılarının tespit ederek Mustafa İslamoğlu diye adlandırılan kimse ile Yaşar Nuri Öztürk gibi insanların tercümelerinde bulmuş olduğu tercüme hatalarını okuyanlar durumu iyi bilirler. Yaşar Nuri Öztürk bir de pr. dr. ünvanı olan birisi. Allâh bizlere Dinî ilimleri sağlam bir şekilde öğrenmiş sika olan hocalardan öğrenmeyi nasip eylesin. Dolayısıyla hangi ilim dali olursa olsun İslâmî bilgiler sika olmayan kimselerden alınamaz.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde iki kişiye karşı uyarı yaparak onların Dinimizden hiçbir şey bildiklerini sanmadığı bildirmiştir. Bu uyarısı ise bir şeyler öğrenmek isteyen insanların onlara giderek bir şey sormamları içindir.
Hadis almlerinden olan Muslim rivayet eder ki ibni Sirin (radıyallahu anhu) şöyle demişitr: “Muhakkak ki bu ilim Dindir şu halde Dininizi kimden aldığınıza bakın.”
İbnu’l Cevzî “Sifetus-safve” (Üstün kimselerin sıfatları) adlı kitabında
İmam Malik (radıyallahu anhu) hakkında şunları söylediğini rivayet eder: “Muhakkak ki bu hadisler Dindir şu halde Dininizi kimden aldığınıza bakın. Vallâhi buraya (Mescid-i nebevîye) yetmiş adam gelip hepsi filan dedi ki Allâh’ın Resulü dedi ki demişlerdir. Ben ise onlardan bir harf dahi almamışımdır, çünkü onlar bu işin adamları değillerdi. Ne zaman ki Muhammed ibnu Şihâb ez-Zuhrî buraya gelince onun kapısı başında kalabalık halinde olduk, çünkü o bu işin adamıydı” Muhammed ibnu Şihâb ez-Zuhrî ise İmam Ebu Hanife’nin de (radıyallahu anhu) hocalarından birisidir.
Allâh ilmimizi artırsın ve ilmimizle amel etmeyi nasip eylesin.
Bu blog sitesine yer verilen İslâmî bilgilerden, maalesef yanlış olarak bilgilenmiş insanların doğru bir şekilde bilgilenmeleri ve belirli bir zaman öncesinden beri ortaya çıkmış yanlış fikirlerin revaç bulmalarını sağlamak isteyen insanlara karşı Ehl-i Sünnet kaynakları doğrultusunda deliller sunularak reddiyede bulunmak suretiyle İslâmî hakikatlerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Allâh rısazı için gayret bizden, hidayet ise Yüce Allâh'tandır.
Blog Arşivi
15 Ağustos 2008 Cuma
14 Ağustos 2008 Perşembe
Geçmiş zamanın Mekke-i Mükerreme müftüsü İbni Humeyd en-Necdî kitabında vehhabiliği kuran Muhammed bin AbdulVehhab'ı kötü yanlarıyla tanıtıyor
Vehhabililği kuran Muhammed bin AbdulVehhâb’ın nasıl birisi olduğunu bir de hemşehrisi olan hicri 1295 yılında vefat etmiş Mekke-i Mükerreme müftüsü İbni Humeyd en-Necdî el-Hanbelî’den öğrenelim ki o erkek ve kadın olmak üzere alim olan hanbelileri kitabında serd etmiştir ve dikkate değer önemli tespitlerde bulunmuştur. Böylece Muhammed bin Abdulvehhab’ı savunup da onun aleyhinde söylenen sözlerin iftira olduğunu iddia edenlerin yalan söyledikleri net bir şekilde belli olur.
İbni Humeyd en-Necdî “Essuhubu’l-Vabile alâ darâihi’l hanabile” isimli kitabının (Mektebu’l-İmam Ahmed yayınevinin 1989 tarihli baskısı itibariyle) 275-276. sayfalarında önemli bilgilere yer vererek Muhammed bin AbdulVehhâb’ın babası olan Abdulvehhab hakkında övücü ifadelerde bulunuyor. Fakat onun oğlu (Muhammed bin AbdulVehhâb) hakkında bilgi vermeye geçerken onunla babası arasında bir ayrılık olduğundan bahs ediyor ve Muhammed bin AbdulVehhâb’ın davetinin şerrinin dört bir yana yayıldığını ve bu davetinin, babasının ölümünden sonra ortaya çıktığına dikkat çekiyor.
Mekke-i Mükerreme müftüsü İbni Humeyd bu konuya değinerek şöyle diyor:
“Kendisiyle karşılaştığım bazıları bana haber verdi ki ilim ehlinden bazıları, şeyh AbdulVehhâb ile çağdaş olan kimselerden nakletmişlerdir ki şeyh AbdulVehhâb evladı olan Muhammede karşı, geçmişleri ve kaldığı yöndeki insanlar gibi ilim ile meşgul olmaya razı olmadığı için kızgın idi ve onun hakkında feraset yoluyla onda bir durumun meydana geleceğini söylerdi. Dolayısıyla insanlara derdi ki: ‘Sizin Muhammedden göreceğiniz öyle şer olacak ki!’ Allâh da olan şeylerin olacağını takdir etmiştir.
Aynı şekilde onun oğlu olan (AbdulVehhâb’ın oğlu) Süleyman da kardeşi olan şeyh Muhammede daveti hususunda karşı çıkıp ona karşı ayetler ve eserler ile iyi bir reddiyede bulunmuştur. Zira kendisine reddiyede bulunulan Muhammed, bu iki kaynak dışında kalanları kabul etmezdi ve kim olursa olsun ne mütekaddim olan (geçmiş klasik olan alim) ne de müteahhir olan (sonraki gelen alim) hiç bir alimin sözüne de aldırmazdı şeyh Takiyyuddin ibni Teymiye ve öğrencisi ibni’l Kayyim el-Cevziyye müstesna. Dolayısıyla bu iksinin sözlerini tevili mümkün olmayan bir nassmışcasına kabul ederek bu ikisin sözleri anlaşılmayacak üzere olsa da onlarla insaların üzerine atılırdı.
Şeyh Süleyman kardeşine karşı olan reddiyesine “Faslu’l-hitâb fir-raddi alâ Muhammed ibni AbdulVehhâb” adını vermiştir. Ortalığı korkutan o korkunç saldırılar bulunduğu halde, Allâh Süleymanı, onun -yani kardeşi olan Muhammed bin AbdulVehhâb’ın- şerrinden ve tuzağından selamette kılmıştır . Öyle ki bir kimse Muhammede karşı tavır alıp reddiyede bulunsaydı ve Muhammedin de onu aşıkar olarak katletmeye gücü yetmeseydi ona suikast yapılması için geceleyin yatağında veya çarşıda öldürecek birilerini gönderirdi kendisine muhalefet edenleri tekfir etmesi ve onların katlini helal kılmasından dolayı.
Ayrıca denildi ki bir beldede bulunan bir deli vardı ve adetindendir ki kendisiyle yüzleşen kimseye silahla da olsa vurar (saldırır). Dolayısıyla Muhammed ona bir kılıcın verilmesini ve kardeşi şeyh Süleymanın yanına Camide yalnızken girmesinin sağlanmasını emretmiştir. Bunun üzerine delinin Camiye girmesi sağlanmıştır. Böylece şeyh Süleyman onu gördüğünde ondan korktu deli ise kılıcı elinden attı ve şöyle söyler oldu: ’Ey Süleyman korkma sen emniyet altına alınanlardansın.’ Şüphe yoktur ki bu kerametlerdendir. Zikrolunan Süleymanın arkasında da erdemli, takva sahibi ve neciblerden olan zamanında son derece vera sahibi olan öyle ki hakkında asrın en vera sahibi olduğu söylenen AbdulAziz vardı...”
Bu konu hakkında oldukça önemli bilgilerin yer aldığı arapça olarak yazılmış kitabı kendi gözleriyle görüp okumak isteyenler, kitabı tam şekliyle şu linkten indirip yukardaki yazıda belirtilmiş sayfalara bakarak okuyabilirler:
http://www.muslems.net/vb/uploaded/1731_1222915027.rar
İbni Humeyd en-Necdî “Essuhubu’l-Vabile alâ darâihi’l hanabile” isimli kitabının (Mektebu’l-İmam Ahmed yayınevinin 1989 tarihli baskısı itibariyle) 275-276. sayfalarında önemli bilgilere yer vererek Muhammed bin AbdulVehhâb’ın babası olan Abdulvehhab hakkında övücü ifadelerde bulunuyor. Fakat onun oğlu (Muhammed bin AbdulVehhâb) hakkında bilgi vermeye geçerken onunla babası arasında bir ayrılık olduğundan bahs ediyor ve Muhammed bin AbdulVehhâb’ın davetinin şerrinin dört bir yana yayıldığını ve bu davetinin, babasının ölümünden sonra ortaya çıktığına dikkat çekiyor.
Mekke-i Mükerreme müftüsü İbni Humeyd bu konuya değinerek şöyle diyor:
“Kendisiyle karşılaştığım bazıları bana haber verdi ki ilim ehlinden bazıları, şeyh AbdulVehhâb ile çağdaş olan kimselerden nakletmişlerdir ki şeyh AbdulVehhâb evladı olan Muhammede karşı, geçmişleri ve kaldığı yöndeki insanlar gibi ilim ile meşgul olmaya razı olmadığı için kızgın idi ve onun hakkında feraset yoluyla onda bir durumun meydana geleceğini söylerdi. Dolayısıyla insanlara derdi ki: ‘Sizin Muhammedden göreceğiniz öyle şer olacak ki!’ Allâh da olan şeylerin olacağını takdir etmiştir.
Aynı şekilde onun oğlu olan (AbdulVehhâb’ın oğlu) Süleyman da kardeşi olan şeyh Muhammede daveti hususunda karşı çıkıp ona karşı ayetler ve eserler ile iyi bir reddiyede bulunmuştur. Zira kendisine reddiyede bulunulan Muhammed, bu iki kaynak dışında kalanları kabul etmezdi ve kim olursa olsun ne mütekaddim olan (geçmiş klasik olan alim) ne de müteahhir olan (sonraki gelen alim) hiç bir alimin sözüne de aldırmazdı şeyh Takiyyuddin ibni Teymiye ve öğrencisi ibni’l Kayyim el-Cevziyye müstesna. Dolayısıyla bu iksinin sözlerini tevili mümkün olmayan bir nassmışcasına kabul ederek bu ikisin sözleri anlaşılmayacak üzere olsa da onlarla insaların üzerine atılırdı.
Şeyh Süleyman kardeşine karşı olan reddiyesine “Faslu’l-hitâb fir-raddi alâ Muhammed ibni AbdulVehhâb” adını vermiştir. Ortalığı korkutan o korkunç saldırılar bulunduğu halde, Allâh Süleymanı, onun -yani kardeşi olan Muhammed bin AbdulVehhâb’ın- şerrinden ve tuzağından selamette kılmıştır . Öyle ki bir kimse Muhammede karşı tavır alıp reddiyede bulunsaydı ve Muhammedin de onu aşıkar olarak katletmeye gücü yetmeseydi ona suikast yapılması için geceleyin yatağında veya çarşıda öldürecek birilerini gönderirdi kendisine muhalefet edenleri tekfir etmesi ve onların katlini helal kılmasından dolayı.
Ayrıca denildi ki bir beldede bulunan bir deli vardı ve adetindendir ki kendisiyle yüzleşen kimseye silahla da olsa vurar (saldırır). Dolayısıyla Muhammed ona bir kılıcın verilmesini ve kardeşi şeyh Süleymanın yanına Camide yalnızken girmesinin sağlanmasını emretmiştir. Bunun üzerine delinin Camiye girmesi sağlanmıştır. Böylece şeyh Süleyman onu gördüğünde ondan korktu deli ise kılıcı elinden attı ve şöyle söyler oldu: ’Ey Süleyman korkma sen emniyet altına alınanlardansın.’ Şüphe yoktur ki bu kerametlerdendir. Zikrolunan Süleymanın arkasında da erdemli, takva sahibi ve neciblerden olan zamanında son derece vera sahibi olan öyle ki hakkında asrın en vera sahibi olduğu söylenen AbdulAziz vardı...”
Bu konu hakkında oldukça önemli bilgilerin yer aldığı arapça olarak yazılmış kitabı kendi gözleriyle görüp okumak isteyenler, kitabı tam şekliyle şu linkten indirip yukardaki yazıda belirtilmiş sayfalara bakarak okuyabilirler:
http://www.muslems.net/vb/uploaded/1731_1222915027.rar
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Burada Yayınlanan Bilgilerin Paylaşımı Hakkında
Burada paylaşılan bilgilerin, alıntılanarak başka bir sitede yayınlaması için izin almak gerekmez. Başka insanların yazmış olduğu faydalı bilgileri paylaşmak için Dini açıdan izin almak şart değildir. Önceki zamanda gelmiş alimler, kendi elleriyle kitap telif ederek emekleri daha çok geçtiği halde kitaplarının çoğaltılması hususunda bunun izinsiz olarak yapılamıyacağına dair bir hüküm vermemişlerdir. Çünkü bu İslâm Dinine göre caiz olan bir durumdur. Yani bir kitabın yazarından izin almaksızın o kitabı çoğaltan bir insan mahsurlu olan bir duruma düşmemiştir. Din adına aksini iddia edenler Dine aykırı bir söz söylemiş olurlar.
Ancak kişinin, başkalarına ait olan araştırmalarını kendine aitmiş gibi bir izlenim bırakması da uygun bir davranış değildir. Sözün kısası, başkalarının da faydalanması için alıntılanacak yazının kaynağı belirtilirse uygun olur. Böylece okuyucular diğer yazılardan da faydalanabilirler.
Ancak kişinin, başkalarına ait olan araştırmalarını kendine aitmiş gibi bir izlenim bırakması da uygun bir davranış değildir. Sözün kısası, başkalarının da faydalanması için alıntılanacak yazının kaynağı belirtilirse uygun olur. Böylece okuyucular diğer yazılardan da faydalanabilirler.
İletişim
Tekliflerinizi ve yazılmış hatalar varsa bu hususlarda ikazlarınızı şurayı: Profilimin tamamını görüntüle tıklayarak ilgili sayfada görüntülenen iletişim kısmındaki email adresi aracılığıyla iletebilirsiniz.
Hakkımda
- Nasûh Araştırmacı
- İlimsizce fetva verenlerin ve kafa karıştırcı bilgileri etrafa yaymaya çalışan birçok insanın önceki zamanlara nazaran oranla daha çok türediği bu zamanda Ehl-i Sünnet'in gerek arapça gerekse türkçe dilinde yazılmış olan kaynak eserlerinden yararlanmak suretiyle İslâmi hakikatlerin ortaya çıkması için müslümanların hizmetine yaptığım araştırmaları paylaşmak isterim. Yüce Allâh'tan niyetimi Kendisi için hâlis kılmasını, riyâkar olmaktan korumasını ve hâlis bir niyet üzerinde kalmamı nasip etmesini dilerim.