Bu blog sitesine yer verilen İslâmî bilgilerden, maalesef yanlış olarak bilgilenmiş insanların doğru bir şekilde bilgilenmeleri ve belirli bir zaman öncesinden beri ortaya çıkmış yanlış fikirlerin revaç bulmalarını sağlamak isteyen insanlara karşı Ehl-i Sünnet kaynakları doğrultusunda deliller sunularak reddiyede bulunmak suretiyle İslâmî hakikatlerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Allâh rısazı için gayret bizden, hidayet ise Yüce Allâh'tandır.

29 Temmuz 2008 Salı

Sarf ve Nahiv (arapça dilbilgisi kuralları) ilmi hakkında önemli bir fetva

Sarf ile nahiv ilmi hakkında bir alim şöyle bir manzume demiştir:
النَّحْوُ وَالصَّرْفُ كِلاَهُمَا شُرِطْ * * * لِقَارِىءِ الْحَدِيثِ خَشْيَةَ الْغَلَطْ
لَكِنَّ هَذَا فِي السَّلِيقِيِّ سَقَطْ * * * لأَمْنِهِ مِنَ الْوُقُوعِ فِي الْغَلَطْ
Manası: Yanlışa düşme endişesi bulunduğu için hadis okuyacak kimse için, sarf ve nahv'in her ikisi şarttır. Ancak bu durum, yanlışa düşmeyeceğinden emin olduğu için seliki olan kimseden (arapçayı konuşmasında düzgünce kullanan kimseden) düşer. (yani böyle birisi, arapçayı düzgün kullandığı için hadis okuyabilir)

Nahiv ilmi, sahabe günlerinde yoktu. Etraflıca şerh edilmiş değildi. Sahabe’nin nahve ihtiyaçları yoktu. Çünkü onların konuşma dili, nahiv dersi görmeksizin nahve uygundur. Sahabeden ummi olanların (okuma-yazma bilmeyenlerin) kendi dillerindeki telaffuzları, nahvi öğrenmeden nahve uygundu. Onların doğal bir özellik olarak sözleri nahve uygundu. Daha sonra araplar, arap olmayanların içine karışınca dil değişti ve arap ile başka müslümanların ağızlarından çıkan yanlışlar yaygın hale geldi. Nahvi öğrenmek de artık farz-ı kifaye oldu.

Hadis okuyana gelince, onun nahvi bilmesi farz-ı ayndır. Çünkü o nahvi bilmeyip de Peygamberin (aleyhisselâm) hadislerinden bir hadisi bir kitaptan okumak isterse o zaman olabilir ki onu hadisin manasını bozacak şekilde, hadisin manasını değiştirecek şekilde okur. Böylece de Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında yalan olur.
Nahvi öğrenmemiş bir kimsenin hadis okuması caiz değildir. Ancak harfleri ve ötre, üstün, esre ve sükun işaretleri zabt edilmiş olan (düzgünce yazılı olan) bir kitap bulursa o zaman okuyabilir. Bu kitabı zapt etmiş olanın da alim, sika (güvenilir) olması gerekir. İşte hadis kitaplarından olan böyle bir kitabı elde ederse o zaman okuması caiz olur ve diyebilir ki, Allâh’ın resulü şöyle ve şöyle buyurmuştur. Zira arapça dilinde bir kelime manalara göre ötreli, üstünlü ve mecrur (esreli) olur. Bu arapça dili haricinde yoktur.


Not: Bu bilgiler, zamanın muhaddisi ve allamesi olan üstad Abdullâh el-Hararî'nin fetvalarından alınmıştır.

20 Temmuz 2008 Pazar

"Tenviru'l-mikbâs min tefsiri ibni Abbâs" kitabı Abdullâh ibnu Abbâs'a ait değildir

Bazı insanlar "Tenviru'l-mikbâs min tefsiri ibni Abbâs" kitabının Abdullâh ibnu Abbâs'a ait olduğunu zannederler, bazıları da ait olup olmadığından şüphe ederler. Oysaki bu kitabın ona ait olmadığı ortadadır.

Bu kitapta silsile-i kezib (yalan içerikli rivayet zinciri) vardır. Silsile-i kezib; es-Suddî'nin el-Kelibî'den, el-Kelibî'nin de Ebu Sâlih'ten rivayet edişidir. Dolayısıyla Allâh'ın arşa istivasını haşa arşa kurulmakla tefsir etmiş diye Abdullâh ibnu Abbâs'a isnad edilen rivayet bir yalandır. İmam Beyhakî "El-Esmâu ve's-sıfât" isimli kitabının 413. sayfasında, bahiskonusu olan rivayetin münker (karşı çıkılacak kötü) bir rivayet olduğunu söyler.

Dolayısıyla "Tenviru'l-mikbâs min tefsiri ibni Abbâs" isimli kitaba karşı uyarmak farzdır, çünkü bu kitabın İbni Abbâs'a ait olduğu, onun hakkında bir yalandır.

Kaynak:
Şam diyarının muhaddisi allame Abdullâh el-Harari Hocaefendiye ait "Makalâtu's-sunniyyetu fi keşfi dalalat Ahmed ibni Teymiye" (Ahmed ibni Teymiyenin dalaletlerini keşfetme hususunda sünni makaleler) kitabı, Daru'l-Meşârî', 5.baskı, s. 180

Bazı Mevlit kitaplarında geçen Dine aykırı ifadelere karşı bir uyarı

Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) methedecek sözler söylemek, içinde sınırı aşacak aşırıya kaçan şeyler yoksa caizdir. Bazı insanların methedecek sözler esnasında kötü sözler sokmalarına gelince işte bu yaptıkları Şeriate aykırı olup kötülenecek bir şeydir. Adı “Mevlidu Ebi’l-Vefâ” olan bir kitap vardır ki içinde Dine aykırı olan şöyle bir ifade geçiyor: “Allâh Muhammedi kadîm (ezeli, başlangıçsız) olan nurdan yaratmıştır” Bu ifadenin zahiri şudur ki haşa “Allâh Teâlâ’nın zatı nurdur yanı ışıktır ve Allâh Teâlâ bu nurdan bir parça koparmış ve o parçayı Muhammed kılmıştır” Bu kimseler İslâmdan çıkmışlardır. “Mevlidu’l-arûs” adlı kitapta da bu bozuk söz yer almaktadır. Bu kitapta (iftira atılarak) Ka’bul-ehbârdan söz edilir ki şöyle demiş: “Allâh nurundan bir parça alıp ona Muhammed ol demiş o da Muhammed oluvermiş.” Bunu söyleyen kimse de İslâmdan çıkmıştır. O halde Allâh Teâlâ ışık değildir ışığa da benzemez, parçalanmaz, Onun hakkında parçalanmak ve bölünmek imkansızdır.

Dinde sınırı aşarak aşırıya kaçmayı Allâh Teâlâ kötülemiştir. Peygamber Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) mealen şöyle buyurmuştur: “Beni mevkimden daha yukarıya yükseltmeyin” Allâh’ın Resulü, Allâh tarafından üzerinde kılınmış mevkinden daha yukarıya çıkarılmayı sevmez. Ama bu kimselerin iddialarına göre o buna razıymış. Halbuki bu Allâh’ın Resulünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bildirmiş olduğu şeye terstir. Bilin ki Allâh size rahmet eylesin Peygamber Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) salavat getirmenin ve onu methetmenin üstünlüğü olduğu halde yine de Din ilmiyle uğraşmak daha faziletlidir. Bunun delili ise Allâh’ın Resulünün Ebu Zerr’e söylediği: “Ey Ebâ Zerr gidip de Allâh’ın kitabından bir ayeti öğrenmen senin için yüz rekat (nafile) namaz kılmandan daha hayırlıdır ve gidip de ilim bölümünden bir bölümü öğrenmen senin için bin rekat namaz kılmandan daha hayırlıdır.” mealindeki sözdür. Hadis hafızı en-Nevevî eş-Şafiî şöyle demiştir: “İlimle uğraşmak değerli vakitlerin harcandığı en üstün şeydir” Dolayısıyla ilim, İslâm hayatıdır. İlim, Vehhabiler olsun dalalet üzerindeki başkaları olsun bozukluk çıkaranların şüphelerini bertaraf edebilmek için bir silahtır. İlim silahıyla silahlanmamış bir adam, her nekadar ibadetle meşgul olsa da ve her ne kadar zikirle meşgul olsa da o mahvolmaya maruzdur. O halde Din ilmini öğrenmelisiniz ve ahiretiniz için amel etmelisiniz. Dünya ahirete ihtiyaç kalmamasını sağlamaz. Ölümden, kazılacak kabre gömülmeden önce hayatınızdan yararlanın. Allâh kime hayrı murad etmişse ona katışıksız doğru olan Dini bilgileri öğrenmeyi nasip eder ve onu azimli kılar. Ama Din ilmine ehemmiyet göstermeyen kimse birçok hayırdan yoksun kalır.

Salavât getirmek istenildiği zaman nasıl sevap kazanılabileceğine dair dikkate alınması gereken hususlar

Peygamber Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) salavat getirmenin fazileti hakkında bir çok hadis vardır. Fakat bu fazilete ulaşmak için dikkat edilmesi gereken hususlar vardır.

Evvela "Allâhumme.." derken lafzı celale Allâh isminde geçen lam iki hareke uzatılmalıdır. Yani salavat getiriken veya başka bir durumda iken lam harfini uzatmadan "All
ah" demek, yanlıştır, haramdır. Ne zaman Allâh diyeceksek buna dikkat etmemeiz gerekir, sadece salavat getirirken değil. Dikkatınızı çekerim ki Allâh diye yazdığımda uzatılan bir harf vurgulansın diye "â" harfini uzatmalı olarak yazmayı eksiltmem.

Sonra "...salli... " derken sonundaki "i" harfini uzatmak yanlıştır ve haramdır. Yani "salliii" demek yanlıştır. Bu yapılmaması gereken uzatmayı yaparak kişi sözde salavat getirdiği zaman iyilikleri yazan melek, bu kişinin ömründe bir defa bile salavat getirdiğini yazmaz. Çünkü bu kişi geçerli olmayacak bir şekilde söylemiştir.

Maalesef Türkiyede bu hataya düşen çok sayıda insan vardır. Bu yanlış tarzda söylenen şekil,
özellikle bayram günlerinde duyulur.

Dolayısıyla onları uyarmak gerekir. Bir de şu var ki "..salliiii" diyerek uzatma yapıldığında Allâh'a yakışmayan bir mana çıkar ortaya.

Sonra "...Mu
hammedin..." derken Peygamber Efendimizin Aleyhisselam Muhammed isminde geçen boğazdan çıkan harfi olduğu gibi söylemek gerekir.

Ayrıca Muhammed isminde geçen şeddeli olan "mim" harfi, iki hareke kadar ğunne[1] ile söylenmelidir ki sevap kazanılabilinsin. Yani "... Muha
mmedin..." derken şeddeli mim harfi ğunnesiz olarak söylenirse böyle söyleyen bir kimse sevap kazanmaz. Böyle demiştir bazı alimlerimiz.


[1] Ğunne, genizden çıkan bir sestir. Tecvid hükümleri öğrenildiği zaman ğunne meselesi, öğrenilen hususlar arasında yer alır.

17 Temmuz 2008 Perşembe

Büyük olan bazı Alimlerin akaitle (inancın temelleri) ilgili sözleri

1- Muhaddis Şeyh Abdullâh el-Hararî (radıyallâhu anhu) şöyle demiştir: "Kime dünya zenginliği verilip de iman verilmemişse sanki ona hiçbir şey verilmemiş gibidir. Fakat kime iman verilip de dünya zenginliği verilmemişse o da sanki hiçbir şeyden yoksun bırakılmamış gibidir."

2- Hanefi mezhepli şeyh Abdulğaniy Nablusî şöyle demiştir: "Kim Allâh’ın gökleri ve yeri doldurduğuna veya arşın üstünde oturan bir cisim olduğuna inanırsa, Müslüman olduğunu iddia etse dahi kâfirdir."

3-Hanefi mezhebinin ileriye gelmiş büyük alimlerinden olan İmam Ebu Bekir el-Cessas "Şerhu Bed’ul-âmâli" (Bed’ul-âmâli şerhi) isimli kitabında küfre düşüren sözleri ele alırken şöyle demiştir: "...veya bir kimse "Allâh altı yöndedir" derse veya bir kimse "Allâh heryerde bulunuyor" derse..." İmam Ebu Bekir el-Cessas hicri 4. asrın sonlarında vefat etmiş bir zattır.

4- Hanbeli mezhepli Fakih Bedruddîn bin Belbân "Muhtasaru’l ifâdât" isimli kitabında şöyle demiştir: "Kim Allâh’ın her yerde bulunduğuna veya bir yerde bulunduğuna inanırsa kâfirdir." Bedruddîn ibnu Belbân olarak bilinen bu zat Şam ehlinden olup Hicri 11. asrın başlarında yaşamıştır.

5- İmam Ahmed bin Hanbel ve İmam Malik’in öğrencisi olan İmam Zunnûn el-Mısrî (radıyallâhu anhuma) şöyle demiştir: "Her ne kadar aklında hayal etsen de Allâh öyle değildir." Allâh akılda hayal edilebilecek bir şey değildir. Akılda hayal edilebilen şey yaratılmış bir şeydir. Dolayısıyla Allâh cisimden (vücuttan), mekandan, yönden, şekilden, suretten, oturmaktan, değişmekten, yerleşmekten ve uzuvlardan münezzehtir.

6- İmam Alî (radıyallâhu anhu) şöyle demiştir: "Bu ümmetten bir topluluk kıyametin yakınlaştığı bir devirde kâfir olarak (imandan) dönecektir." Adamın birisi kendisine "Ey müminlerin emiri! onların küfre girmeleri hangi sebeple olacaktır ? Kötü bir bidat ortaya getirmekle mi yoksa inkar etmekle mi?" diye sorunca cevaben "İnkâr etmekle olacaktır, onlar yaratıcılarını inkâr ederek O’nu cisim ve uzuvlarla vasıflandıracaklardır (nitelendireceklerdir)." demiştir. Bu söz, İbni Muallim el-Kuraşîye ait el yazması olan “Necmu’l muhtedî” isimli kitabın 588. sayfasında geçmektedir. (Bu el yazması kitap paristeki milli kütüphanede bulunmaktadır)

7- İmam Zeynulabidin Ali bin Hüseyin (radıyallâhu anhuma) seccâdiyye sayfasında şöyle demiştir: "Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Allâh'sın. Senden başka bir İlâh yoktur. Seni mekân kuşatmaz. Sen hissedilmez ve dokunulmazsın" Bunu, hadis hafızı Hanefi mezhepli Muhammed Murteda ez-Zebidî "İthâfus-sâdeti'l muttekîn" isimli kitabında kendisinden Zeynulabidin'e kadar dayanan kopuk olmayan bir isnatla rivayet etmiştir. Bu sözün manası şöyledir: Allâh mekânsız ve yönsüz olarak vardır. Bu ise bütün müslümanların inancıdır.

8- "Kim Allâh'ın arşın üstünde oturduğuna inanırsa o kâfirdir." Bu sözün İmam Şafiî'ye (radıyallâhu anhu) ait olduğunu İbnu Muallim el-Kuraşîn’in "Necmu’l muhtedî" isimli el yazması kitabının 551. sayfasında bildirildiği gibi Kadı Hüseyin söylemiştir.

9- İmam Ebu Hanîfe (radıyallahu anhu) Kelâm ilmi hakkındaki bir risalesinde şöyle demiştir: "Yaratan yaratıklarına nasıl benzeyebilir!?." Bu demektir ki aklen de naklen de yaratanın yaratıklarına benzemesi mümkün değildir.

10- İmam Malik (radıyallâhu anhu) hakkında kuvvetli ve ceyyid olan bir isnat ile tesbit edildiğine göre şöyle demiştir: "(Allâh) kendisini vasıflandırdığı gibi istiva etmiştir ve nasıl denilemez; nasıllık O'nun hakkında söz konusu olamaz."

11- İmam Alî (radıyallâhu anhu ve kerrame vechehu) şöyle demiştir: "Muhakkak ki Allâh arşı kudretinin büyüklüğünü göstermek için yaratmıştır ve onu kendisine mekân edinmemiştir." Bunu muhaddis (hadis alimi), fakih, lügatçi Ebu Mansur et-Temimî "Tebsira" isimli kitabında rivayet etmiştir.

12- Zühüt sahibi imam şeyh Ahmed er-Rifâî (radiyallâhu anhu) şöyle demiştir: "Allâh’ı bilmek yönünden kulun ulaşabileceği en uç nokta, O'nun keyfiyetsiz (nasıllık, biçim olmaksızın) ve mekânsız olarak var olduğunu kesin olarak bilmektir."

İlimsiz fetva vermenin, ahkam kesmenin hükmüne dair

Hadis hafızı İbn-i Asakirin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte mealen şöyle geçmektedir: "Kim ilimsiz fetva verirse göğün ve yerin melekleri ona lanet eder."

Bir başka hadis-i şerifte ise mealen şöyle geçmektedir: "Kim ilimsiz fetva verirse Allâh'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun."

İmam Ahmedin rivayet ettiğine göre imam Şafiî, Malikten naklen Muhammed ibnu Aclân'ın (radıyallâhu anhum) şöyle dediğini söylemiştir: "Alim 'Bilmiyorum' demeye dikkat etmezse böylece öldürücü taraflarına isabet etmiş olur." Yani bilmediğinde buna rağmen bilmiyorum demiyen insanı, öldürücü taraflarından vurulan insana benzetmiştir.

Şafiî alimlerinden olan Şeyhu'l-İslâm Zekeriyya el-Ensari der ki: "Teşri' ile ilgili hususlarda (Allâh'ın Dini adına şu haramdır, şunun hükmü şöyledir diye hüküm vermekle ilgili hususlarda) ilimsiz olarak fetva veren ya küfre girer yada büyük günaha."

O halde kim müçtehit ise kendi içtihadına göre fetva verir. Müçtehit olmayan bir kişiye gelince; böyle birisi, ilgili hususla alakalı söz söylemiş müçtehit olan bir imamın fetvasına dayanmadıkça veya o imamın mezhebinin ashabı tarafından (o mezhebe bağlı ilk derecede gelen büyük alimler tarafından) bizzat o imamın sözünden çıkarılarak verilen hükme dayanmadıkça fetva veremez.

Seçilecek arkadaş nasıl olmalıdır?

Arkadaşlık eden kişi, insanı birçok yönden etkileyebildiği için müslümanın, kiminle arkadaşlık ettiğine çok dikkat etmesi gerekir.

Bu konu önemli bi konu olduğu için, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususta dikkat edilmesi gerektiğini bazı hadis-i şeriflerinde vurgulamıştır.

Bu hususla ilgili bazı hadis-i şerifler:

Hadis-i şerif meali: "Kişi arkadaşının adeti üzerindedir, o halde kiminle arkadaşlık edileceğine bakın" Yani kendinize, sizlere Dini veya dünyevi hususlarda (geçinmek için veya faydalı olan dünyevi bilgileri öğrenmek için) faydalı olacak kimseleri arkadaş olarak seçin.

Başka bir hadis-i şerif meali: "Arkadaş (belirli bir yöne) çeken birisidir, ya Cennete yada Cehenneme"


Öyle gençler vardır ki kötü alışkanlıkları yokken kötü alışkanlığı olan kişilerle arkadaşlık etmesi yüzünden (bu durum, kötü sıfatları olan bir kişiyle dahi arkadaşlık ederek de mümkündür) değişerek o kötü alışkanlıkları olan kişiler gibi kötü işlere başlamışlardır ve o işlere devam eder olmuşlardır.

Mesela bazı gençler daha önce ağzına bir damla içki bile almamışken kötü arkadaşların ısrar etmesi sebebiyle ikna olup içki içmeye ilk adımı atmıştır ve bununla da kalmayıp içki içmeye devam eder olmuşlardır. Sebep ise o kötü arkadaşlardır.

Dolayısıyla bu konuda Anneler ile Babalar evlatlarını aydınlatıp o kötü arkadaşlara karşı devamlı uyarmalıdırlar ve öyle arkadaşları var mı yok mu diye araştırmaları gerekir ki öyle bir arkadaşı olduğunu öğrendikleri takdirde evlatlarını o kötü arkadaştan koparabilsinler.

Bu görevi ihmal eden ebeveyn, bu ihmalkarlığın kötü neticesini uzun yıllar boyunca belki de bütün ömür boyunca çeker.

İnsanın Allâh'tan hakkıyla korkan bir insanla arkadaşlık etmesinin çok faydası vardır. Mesela böyle bir kişiyle arkadaş olan günahkar bir insan hata ettiğinde o hayırlı arkadaş onu (Allâh için sevmesi icabı olarak) uyarır ve düzeltmeye çalışır çünkü "Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır" mealindeki hadise göre amel etmeye çalışır ve hatta kendisi gibi onun da Allâh'tan hakkıyla korkmasına vesile olabilir.

Ayrıca takva sahibi olan (bütün farzları yerine getirip bütün haramlardan kaçınan) bir insanla arkadaşlık etmenin bir faydası da şudur ki onunla arkadaş olan günahkar bir müslüman olabilir ki, dünyada öyle bir insanla (takva sahibi insanla) arkadaşlık etti diye Kıyamet gününde af edilebilir, bu mümkündür.

Kutlu Doğum münasebetiyle Almanyada meydana gelen ilginç bir olay ve bir müslümanın Mevlid ile ilgili rüyası

Almanyada bir kaç yıl öncesi, müslüman birisi gayr-i müslim olan hiristiyan komşusuna Mevlid kandili münasebetiyle bir gül hediye eder. O komşunun dikkatini çeken bir durum olur o da bu Gülün verilen Mevlid gününden beri, uzun zaman boyunca değişmemiş halde kalmasıdır. Bu olayın ilginç olması sebebiyle olay, bir haber proğramında çıkmıştır.

İslâmi bir ülkede yaşayan bir müslüman, rüyasında Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) görüp kendisinden mealen "Beni seven benim doğumum münasebetiyle kutlama yapar" dediğini duymuştur.

"İtikatta İtimad" risalesinin bir kısmı (Hanefi bir alim tarafından yazılmış Ehl-i Sünnet Akidesi Hakkında yazılan Risalenin bir kısmı)

Trabluslu hanefî mezhepli hicrî 1305 senesinde vefât eden
Ebu'l‑Mehâsin Muhammed el‑Kâvûkcî (Kavukcu)
‘İtikatta İtimad (güvence)’ adlı kitabında
şöyle demiştir:

Bil ki! Eğer birisi sana: “Kime ibâdet ediyorsun?” diye sorarsa, ona de ki: “Kendisinden başka İlâh olmayan, yeryüzünde ve gökte yer tutmayan Allâh’a ibâdet ediyorum. O mekândan ve zamandan önce vardı şimdi de olduğu gibidir.”

Eğer sana: “Allâh nedir?“ diye sorarsa, ona de ki: “Eğer ismi hakkında sorarsan! Allâh Rahmân ve Rahîm’dir, O’nun güzel isimleri vardır. Ve Sıfatları hakkında sorarsan! O’nun Hayatı zatiyyendir ezelîdir, İlmi her şeyi kuşatmıştır, Kudreti kâmildir, Hikmeti açıktır. Görmesi ve İşitmesi de herşeyi kuşatmıştır. Eğer Fiili hakkında sorarsan! O mahlukatı yaratıp herşeyi yerli yerince kılmıştır. Eğer Zatı hakkında sorarsan! O cisim de değildir araz da değildir birleşik de değildir ve her ne aklına gelmişse Allâh öyle değildir. O’nun Zatı mevcuttur ve Mevcudiyeti zorunludur. O doğmamıştır ve doğurmamıştır. O’nun benzerinde hiçkimse yoktur, hiçbir şey O’nun benzeri gibi değildir. O Gören ve İşitendir. ‘Sıfatlarla vasıflanan Zata ibadet ediyorum’ diyen kimse kurtulacak mümindir.”

Eğer sana: “Allâh’ın var olduğuna delilin nedir?” diye sorarsa, ona de ki: “Gezegenleri ve felekleri ile bu semâ (gök), nehirleri ve suları ile bu yeryüzü, türlü türlü ağaçları ve meyveleri ile bu nebâtler (bitkiler) ve birbirinden farklı şekilleri ve eylemleri ile bu hayvanlar. İşte bunların hepsi bunları Yaratana ve O’nun Vahdaniyeti’ne Ezeliyeti’ne ve Kudreti’ne delâlet (işaret) etmektedir.”

Eğer sana: “Allâh nerededir?” sorarsa, ona de ki: “Zatı ile değil, İlmi ile her birinden haberdardır ve Kudreti ile her birinden üstündür. Her şeyde sıfatlarının eserleriyle zâhirdir ve Zatı’nın hakikatiyle bâtındır, yani kişinin O’nu kendinde tasavvur etmesi mümkün değildir. O yön ve cisimlikten münezzehtir. O hâlde O’nun sağı, solu, arkası ve önü olduğu veya Arş’ın üstünde, altında, sağında ya da solunda olduğu veya kâinatın içerisinde ya da onun haricinde olduğu denilemez. Şöyle de denilemez: ‘O’nun mekânını O’ndan başkası bilmez.’ ”

Kim şöyle derse: “Allâh gökte mi yoksa yerde mi bulunuyor, bilmiyorum!” o küfre girmiş olur. Çünkü bunlardan birini, O’na (Allâh’a) mekân olarak kılmış olur. Bunun üzerine sana: ‘Buna dair delilin nedir?’ diye sorarsa, ona de ki: “Zira bir yönü olmuş veya bir yönde bulunmuş olsa, bir mekânı kaplamış olur. Mekânı kaplayan her şey ise hâdistir (yokken var olmuştur). Hâdislik ise O’nun hakkında imkânsızdır.”

Kızgınlığın kötü neticesine dair

Kızgınlığı terk etmek için, ölümü hatırlamak faydalıdır. Ayrıca kızgınlık yüzünden meydana gelebilecek kötü sonuçları da düşünmek faydalıdır. Yani bir insan kızgınlıkta kendine hakim olmazsa, karşı tarafa söyleyeceği kötü sözler sebebiyle düşmanlık meydana gelebilir, akraba arasında kopukluk meydana gelebilir ve hatta karı-koca arasının açılmasına yol açabilir. Ayrıca kızgın olan kişi, karşı tarafa zarar verim derken kendi zarar görebilir. Öyle ki hastanelik olacak şekilde bile zarar görebilir ve hatta ölümle de sonuçlanabilir. Karşı tarafa zarar vermeye çalışmak için yapılan bazı durumlar sebebiyle intikam almak isteyen kişide rahatsızlık ölünceye kadar kalabilir.

Fakat insan baştan düşünerek meydana gelebilecek şeylerin sonucunu aklına getirirse işin içinden salim olarak çıkar. Hem günaha girmemiş olur hemde sağlığına sahip çıkmış olur.

Kızgın iken kendine hakim olmayanlar ise ya küfre ya büyük günaha yada küçük günaha düşebilirler. Bazıları da bununla kalmayıp sağlık bakımından da bazı sorunlar yaşayabilirler.

Peygamber Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) adamın birisi "Yâ Resulellâh bana tavsiyede bulun" dediğinde Peygamber Efendimiz mealen: "Öfkelenme" demiştir. Adam yine "Bana tavsiyede bulun" dediğinde Peygamber Efendimiz yine mealen "Öfkelenme" demiştir. Adam yine "Bana tavsiyede bulun" dediğinde Peygamber Efendimiz yine mealen "Öfkelenme" demiştir.

Yani adam üç kere aynı şeyi sordu, Peygamber Efendimiz ise ona aynı cevabı verdi. Çünkü kızgınlık kötülükler için bir anahtardır.

Kızgın iken, "E'ûzu billâhi mine'ş-şeytânir-racîm" demek faydalıdır. Ayrıca abdest almak da faydalıdır. Çünkü abdest, kendisiyle şeytana karşı mücadele edilebilecek şeylerden biridir.

Ayrıca mesela "Esteğfirullâh" diyerek çokca istiğfarda bulunmak da (Allâh'tan af dilemek) faydalıdır.

Alimlerden birisi der ki: En hayırlı huylardan biri kişinin çabuk öfkelenmemesi ve çabuk razı olmasıdır.

Öfkeli olmanın aksine hilim sahibi olmak çok hayırlıdır. Hilim sahibi olan kişi, kızgınlığın kışkırtamadığı kimsedir.

Şeytandan korunmanın bazı yolları

Şeytana karşı mücadele edebilmekte faydalı olan ve hatta muska taşımaktan daha güçlü olan bir uygulama vardır. Bu uygulama ise her beş vakit namazdan sonra el-İhlâs, el-Felak ve en-Nâs surelerini okumaktır.

Takva sahibi olmak yani bütün farzları eksiksiz olarak yerine getirip bütün haramlardan kaçınmak, şeytanlara karşı mücadele edebilmekte en güçlü olan vesilelerden biridir.

Allâh'ı zikretmek de şeytana karşı korunmakta çok önemlidir. Çünkü şeytan Allâh'ı zikredenden vesvese etkisini geri çeker.

Vesveseye karşı, günde en az üç yüz defa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" demek tavsiye edilir. Ayrıca en az üç yüz defa "Esteğfirullâh" diyerek istiğfarda bulunmak da (Allâh'tan af dilemek de) tavsiye dilir.

Allâh Kur'an'ı kerimde bizlere şeytanı düşman edinmemizi emretmiştir. O bizim düşmanımız olduğuna göre kesinlikle bizim iyiliğimizi istemez. Dolayısıyla akıllı insan, düşmanının ne söylediğine aldırmayıp onu esgeçer.

Vesveseye kapılmamak için insan, kendisine bir meşgale bulmalıdır. Ya Dini yönden faydalanacağı bir şey ile ya da dünyevi yönden faydalanacağı bir şey ile meşgul olmalıdır ki şeytana fırsat bırakmasın. Çünkü şeytan boş durup da bir şeyle meşgul olmayan insanı gördüğünde, vesvese etmeye fırsat buluyor. İşte ona fırsat bırakmamak için faydanın sağlanacağı bir şey ile iştigal edilmelidir.

Bir hadis-i şerif, nasihatin Dinden olduğu manasına gelir. İşte bu tür bilgiler vesvesesi olan insanlara tavsiye edilebilir.

Vehhabiler Osmanlı Türkleri ve Peygamber Efendimizin Soyundan Gelen Seyitleri Kafir Saymaktadırlar

Muhammed Haseneyn Heykel öyle bir vesika ortaya çıkarmıştır ki şunları ortaya koymaktadır; Vehhabi liderlerinin büyüklerinden birisi diyor ki: “Müslümanların en hayırlıları arasında (yani vehhabiler arasında) vuruşma olmamalıdır, ancak müşrikler ve kafilerle olmalıdır. İlk müşrik olan kafirler ise Osmanlı Türklerdir. Bir de Haşimi olan şerifler (seyitler). Özetle vehhabiler haricinde bütün Muhammediler öyledirler.”
(2001 yılı/30. Haziran/Cumartesi günü çıkan Sefir gazetesi, s. 11)

Dağıstani ve Nazım Kıbrısi'ye karşı uyarı


Alemlerin Rabbi olan, hiçbirşeye benzemeyen, yersiz var olan, başlangıcı ve sonu olmayan Allâh'a hamd olsun, Resullerin en şereflisi olan Muhammed'e salat ve selam olsun.

Allâh-u Teâlâ, Âl-i İmran Suresi'nin 110. Ayet-i Kerimesin'de şöyle buyurmuştur:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ
Manası: ''Siz insanlara çıkarılmaış olan en hayırlı ümmetsiniz. Siz iyiliği emreder, kötülükten nehyeder (yasaklar) ve Allâh'a inanırsınız.''

Peygamber Efendimiz Muhammed (sallAllâhu aleyhi ve sellem) mealen şöyle buyurdu:
''Ne zamana kadar facirin (fasığın) hakkında konuşmaya korkacaksınız.Yaptıklarını insanlara anlatınız ki, ondan sakınsınlar.''

Bu Ayet ve Hadis'e dayanarak, dalalet (sapıklık) üzerinde olan bazı insanların yaptıklarını zikrederek, Müslümanları bunlara karşı uyarıyoruz.

Bunlardan bazıları, Abdullah Dağıstani ve talebesi Nazım Kıbrısi'dir.
Abdullah Dağıstani ''Vasiyet Mürşid Ez-Zaman Ve Gavs-ul Enam'' isimli kitabının 9.sayfasında (bu kitapta Nazım Kıbrısi tarafından Arapçaya tercüme edilmiştir) şöyle diyor: ''Hocanın vermiş olduğu herhangi bir emre itiraz etmek caiz değildir.''

Bu batıl olan söz, şuna işaret ediyor: Hocanın vermiş olduğu emir iyi olsun, kötü olsun itiraz etmeden yerine getirelecek.Peygamber Efendimiz
(sallAllâhu aleyhi ve sellem) mealen şöyle buyurdu:
''Günah işleyen birine, günahlarında itaat edilmez.''

Dağıstani aynı kitabında 11.sayfasında şöyle diyor:
''Evliyaların kerametleri erkeklerin aybaşı halidir.''

Bunu niçin söylüyor?
Kendi müridleri ondan keramet isteyince bunu söylüyerek onları kandırmak için.

Aynı sayfada şöyle devam ediyor:
''Nakşibendi tarikatının zatları her ne kadar olursa olsun, hatta ölüme kadar işkence görseler kerametlerini izhar etmezler (göstermezler), çünkü evliyaların kerametleri aybaşı halidir.''

Dağıstani'nin bu sözleri doğru değildir, batıldır.
Çünkü Nakşibendi tarikat zatlarının kerametleri meşhurdur ve örnekleri çoktur.

Allâh-u Telâlâ Kur'an'ı Kerim'de keramet ile aybaşı halini ayırt etmiştir. Allah-u Teâlâ, Fussilet Suresi'nin 35. Ayet-i Kerimesi'nde
şöyle buyurmuştur:
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلاّ الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
Manası: ''Buna ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.''

Bu Ayet'e göre keramet, çok iyi ve hayırlı bir şeydir. Ama, aybaşı hali hakkında Allah-u Teala, El-Bakarah Suresi'nin 222. Ayet-i Kerimesi'nde
şöyle buyurmuştur:
قُلْ هُوَ أَذًى
Manası: ''De ki o (aybaşı hali) eziyettir.''

Aynı kitabın 12. sayfasında şöyle diyor: ''Kafir bir kimse, hayatında dahi olsa, El-Fatihah Suresi'ni okursa Allah'ın merhametine ermeden bu dünyadan gitmeyecektir. Çünkü Allah indinde kafir, mümin, müslüman ve fasık arasında bir fark yoktur.''

Aynı kitabın 14. sayfasında şöyle diyor: ''Her kim El-İnşirah Suresi'ni veya bu Sure'nin 5. ve 6. Ayetleri'ni okursa, muhakkak ki büyük yardım ve faziletlere kavuşacakktır. Çünkü Allâh kafir, mümin, münafık, veli ve peygamber arasında ayırım yapmaz.Çünkü bütün insanlar aynıdır.''

Bu sözleri küfürdür, çünkü Kur'an-ı Kerim'i yalanlıyor. Allah-u Teala, El-Kalem Suresi'nin 35. Ayet-i Kerimesi'nde
şöyle buyurmuştur:
أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ
Manası: ''Müslümanlar ile gayr-i müminler bir tutulmaz.''

Allah-u Teâlâ Kur'an'ı Kerim'de, El-En'âm Suresi'nin 86. Ayeti'nde,
şöyle buyurmuştur:
وَكُلاّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ
Manası: ''Allah Peygamberleri alemlere üstün kılmıştır" Yani Peygamberler en üstün yaratıklardır.

Bu adam, hem müslümanla kafiri, hemde herhangi bir insanla Peygamberleri eşit tutmaktadır.Bütün bu sözleri, Kur-an'ı Kerim'i reddediyor. İmam Nesefi ''Nesefi'' akidesinde şöyle demiştir:
''Nassları (mesela Kur-an'ı Kerim'de geçenleri) reddetmek küfürdür.''

Dağıstani aynı kitabında 19. sayfasında şöyle diyor: ''Allah günü 3 kısma ayırmıştır.8 saat ibadet,8 saat çalışmak ve 8 saat da uyumak için.Her kim bu ayırıma razı olmaz ve uygulamazsa Cehennem ehlindendir.''

Bu söylediği söz de İslam'a aykırıdır.
Kur'an-ı Kerim ve Hadis'te böyle birşey yoktur. Günümüzün Müslümanlarına baktığımız zaman, bir kısmının 8 saatten fazla çalıştığını ve bununla beraber farzlarını eksiksiz yerine getirdiklerini görmekteyiz.

Soruyoruz, bu Müslümanlar Cehennem ehlinden mi olacaktır!?
Dağıstani, Lübnan'da Envar Gazetesi'nin Muhammed Meczub adlı muhabiriyle yağtığı görüşmede, şöyle dedi: ''Bana gayple (tüm gelecekle) ilgili haberler geliyor.'' Kıyamet ne zaman kopacak diye sorulduğunda, şöyle dedi: ''105 ve 109 sene sonra.''

Bu sözü de İslam'a aykırıdır. Allah-u Teâlâ Kur'an'ı Kerim'in, En-Neml Suresi'nin 65. Ayeti'nde
şöyle buyurmuştur:
قُلْ لاَ يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالأَرْضِ الْغَيْبَ إِلاّ اللَّهُ
Manası: ''De ki Allâh'tan başka göklerde ve yerde bulunan kimse gaybı (bütün geleceği) bilemez.''

Peygamber Efendimiz
(sallAllâhu aleyhi ve sellem), ''Kıyamet ne zaman kopacak? diye sorulduğunda, mealen şöyle cevap vermiştir: ''Sorulan, sorandan bu konuda daha bilgili değildir.''
Bu Hadis'i Muslim rivayet etmiştir.

Peygamberimiz
(sallAllâhu aleyhi ve sellem) Kıyamet'in ne zaman kopacağını bilmiyorsa, bu adam nasıl olur da, bildiğini iddia edip Kıyamet'in tarihini verebiliyor!

Aynı kitabın 21. sayfasında şöyle diyor: ''Her kim fecirden bir saat önce kalkıp hiçbir şey yapmadan, namaz kılmadan, zikir yapmadan, sadece su, kahve, çay içmeye ve yemek yemeğe kalkmış ise muhakkak ki Ahiret'te geceyi ibadetle geçirenlerle haşr olunacaktır.''

Bu adamın küfürleri o kadar çoktur ki, hepsini buraya sığdıramayız. Ancak aklıbaşında olan müslüman bu adamın doğru yolda olmadığını anlar.

Bu adamın halifesi ve en büyük müridi Nazım Kıbrısi'dir. Kıbrısi; Abdullah Dağıstaninin, bu küfürlerle dolu kitabını, tercüme edip dağıtmıştır.

Nazım Kıbrısi, faiz hakkında sorulduğunda: ''Faiz'i yiyebilirsiniz.'' dedi, ''Kur-an'ı Kerim faizi haram kılmıştır!" denildiği zaman: ''Dünya hepsi faiz olmuştur.'' cevabını verdi.

Ayrıca yabancı (mahrem olmayan) kadınlarla tokalaşmanın caiz olduğunu söylüyor.

Bu fasit (bozuk) bir sözdür. Çünkü Peygamberimiz
(sallAllâhu aleyhi ve sellem) mealen şöyle buyurdu: ''Sizlerden birinizin başına bir demir parçasının batırılması, yabancı bir kadınla tokalaşmasından daha iyidir.'' Bu Hadis'i Taberani rivayet etmiştir.

Nazım Kıbrısi, kendi cemaatinden olanlarla birlikte olduğu zaman, namaz kılmıyor. ''Niçin namaz kılmıyorsun?'' diye sorulduğu zaman, bir keresinde: ''Benim yerime birisi namaz kılıyor'' dedi ve bir keresinde de: ''Bizim işimiz batıni, sizin işiniz zahiridir.'' dedi.

Nazım Kıbrısiye göre beş vakit namazdan her biri için bir secde yeterliymiş

Nazim Kıbrısi arapça dilinde yazılmış olan "Muhîtâtu’r-rahme" adlı kitabının 70. ile 71. sayfalarında beş vakit namazın sakıt olduğunu (düşüp kılınması gerekmediğini) kabul edip cemaatine her namaz için bir secde etmelerini emretmiştir.

Nazım Kıbrısiye göre Evliya, erkeğin ve kadının avret yerine bakabilirmiş

Aynı kitabın 20. sayfasında inancını ileriye sürerek diyor ki: “İnsanlar arasında en yüksek tabaka velilerinkidir (ermiş olanlar tabakasıdır). Onlar erkeklerin ve kadınların vücutlarından her hangi bir yerine bakabilirler ki onlardaki kötülüğü mükaddes bir kuvveti olan bakışlarıyla yakabilsinler.”

Nazım Kıbrısiye göre kullar da Allâh gibi ezeliymiş (başlangıçsızmış)

Aynı kitabın 13. sayfasında diyor ki: “Kullar Allâh ile beraber başlangıçsız olarak vardılar.”

Bu tür şirkten Allâh’a sığınırız. Dini bilgileri öğrenmeye yeni başlayan talebe dahi bilir ki ezeliyet (başlangıçsızlık) Allâh’a has olan bir sıfattır. Bu sıfat Allâh'a has olduğuna göre, bir başkasının da böyle bir sıfatı olduğunu kabul etmek düpedüz şirk olur.


Sayın Müslümanlar!
Bazı insanlar şekilleri, elbiseleri sizleri yanıltmasın, dikkatli olunuz. Çünkü Dinimiz, şekil ve elbiseleri takip etmeyi değil, Peygamberizi, Sahabeleri ve Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'ı takip etmeyi emreder.

Bundan dolayı Abdullah Dağıstani, Nazım Kıbrısi ve benzerlerinden sakının ve uzak kalınız. Müslümanları da bu tip insanlardan uyarınız.

Allâh-u Teâlâ bizleri Peygamberlerin, Sahabeler ve Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'ın yolundan ayırmasın. Abdullah Dağıstani, Nazım Kıbrısi ve benzerlerinin şerlerinden korusun.
Amin...

Dini Bilgilerin usulünce nasıl öğrenilmesi gerektiğine dair

Bir hadis-i şerifte mealen şöyle geçmektedir: "Kendi kadrini bilip de o ölçüde duraklayan (o ölçüyü aşmayan) adama Allâh rahmet eylesin."

Allâh bizleri bu hadis-i şerife göre amel edenlerden eylesin.

Bu hadisten anlaşılır ki örneğin kişi ilimdeki seviyesinin ne olduğunu bilip de ona göre davranırsa yani fetva vermeye ehil olmadığı halde fetva vermekten kaçınırsa ve ilim ehlinin ağzından duymadığı hususları bilmediği için, söylemekten kaçınırsa bu davranışıyla Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) dua etmiş olduğu kişiler arasında yer alır.

Birilerinden ilim alınacaksa gerçek alimlerden veya gerçek alimlerden öğrenmiş insanlardan alınmalıdır. Bir hadis-i şerifte mealen geçer ki: "Alimler Peygamberlerin mirasçılarıdır."
Yani Peygamberler miras olarak ilmi geride bırakmışlardır, başka şeyi (mal-mülkü) değil. İlim hususunda ise alimler büyük pay sahibidirler.

Ünlü olan hadis hafızı Hatîb el-Bağdadî der ki: "İlim ancak alimlerin ağızlarından alınır."

Alimlerden ilim almaya önem göstermeyip de kitapları kendi başına mütalaa etmekle (dikkatlice okumakla) uğraşan kişi, yanlış bir gidişattan gitmektedir. İlim öğrenmenin üslubu bu değildir. İlim öğrenmenin sağlam olan yolu, ilmi ehlinden almakladır. İlim, hocanın kitaptan okumasını dinleyerek veya hocanın huzurunda oturup kitabı bizzat ona okuyup ondan gerekli açıklamaları almakla öğrenilir. Sahabe zamanından bu yana kadar ilmi uslünce öğrenenler, böyle öğrenmişlerdir.

İlmi kitaplardan almak konusunda bazı alimlerin açıklamalarına gelince, hanefilerden olan şeyh AbdulĞaniyy en-Nablusi der ki: "Sanma ki kitaplarla (hocanın huzurunda oturmadan kendi başına kitapları okuyarak) bizim gibi olursun, tavuğun kanadı vardır ama uçmaz."

Ünlü müfessir Ebu Hayyân el-Endelusî der ki: "Toy olan kişi sanar ki kitaplar doğru yola iletir, oysaki haberi yok ki kitaplarda öyle derin şeyler var ki anlayışı olan kişinin aklını hayrette bırakır. Eğer ilmi hocasız alırsan, doğru olan yoldan saparsın."

Bir başka alim de der ki: "İlmi kitaplardan alanın misali, geceleyin odun toplayana benzer. Böylesi bilemez ki eline odun mu yoksa yılan mı aldı."

Hadis hafızı Hatîb el-Bağdâdî der ki: "İlmi alimlerin ağızlarından almayan kimse fakih (fıkıh alimi) olarak adlandırılamaz, hadisi muhaddislerden almayan kimse muhaddis (Hadis alimi) olarak adlandırılamaz ve Kur'an'ı okuyucudan almayan kişi de (Kur'an'ı okumayı bilen hocadan almayıp da onu kendi kendine okuyan kişi) kâri (okuyucu) olarak adlandırılamaz."

Dünyevi ilimlere gelince öyle insanlar vardır ki doktor olmak veya mühendis olmak için, işi iyi bilen ihtisas sahibi insanlardan ders almak için yurt dışına bile giderler. Din ilimine gelince ona bu kadar önem göstermezler. Oysaki Din ilmine verilmesi gereken önem önceliklidir, ilk sırada gelir. Çünkü cennete girmek için inancın sağlam olması gerekir. İnancı bozulup da bu halde ölen kimse, İslâm dairesinden çıkmış halde öldüğü için cennete kesinlikle giremez. İnancın bozulmaması için (Dinden çıkmamak için) akait (inancın temelleri) ile alakalı hususları ve üç kısım olmak üzere Dinden çıkaran küfürlerden sakınmak lazımdır. İnançla alakalı küfürlerden, fiil (eylem) ile alakalı küfürlerden ve sözler ile alakalı küfürlerden olmak üzere küfrün bütün çeşitlerinden sakınmak lazımdır. Kişi ilmi, ilim ehlinden öğrenmezse bu tür küfürleri nereden bilsin?

Alim olan sahabilerden birisinin ilme verdiği önem hakkında bir misal vermek isterim ki onu örnek alalım. Cabir ibnu Abdullâh el-Ensârî (radıyallâhu anhu) birinden bir hadis-i şerif duymuştu. Ancak ona bu hadisi duyuran kişi, Peygamber Efendimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) doğrudan duyan kişi değildi, Peygamber Efendimizden duymuş kişiden duyan başka bir kişiydi. Cabir ibnu Abdullâh el-Ensârî ise emin olmak için o hadis-i şerifi Peygamber Efendimizden doğrudan bizzat duymuş olan Abdullâh ibnu Uneys adlı sahabinin bulunduğu şehre gitmeye karar verdi.
Cabir ibnu Abdullâh el-Ensârî o sıra Medine-i Münevverede idi, Abdullâh ibnu Uneys ise Mısırda ikamet ediyordu. Cabir ibnu Abdullâh el-Ensârî Medineden kalkıp Mısıra doğru yola koyuldu ve oraya varıncaya kadar bir ay sürdü, yani bir ay boyunca yol kat etti, niçin? İlmi kimden aldığına değer vermesi ve dikkatli olması icabı olarak Peygamber Efendimizin hadis-i şerifini doğrudan duymuş olan Abdullâh ibnu Uneys'in ağzından bizzat duymak için.

Tabiinin büyüklerinden olan İbn-u Sîrîn der ki: "Muhakkak ki bu ilim Dindir, o halde Dininizi kimden aldığınıza bir bakın." Bunu imam Muslim, "Sahih-i Muslim" adlı kitabının önsözünde rivayet etmiştir.
__________________

"CENÂP" kelimesini Allâh hakkında kullanmak caiz değildir

En ünlü "Arapça-Arapça" sözlüklerinden biri olan Feyyûmî'ye ait "Misbâhu’l-munîr" adlı kitapta geçer ki: "CENÂB'ın manası, evin önündeki boş olan sahadır."

Dolayısıyla "Cenâp" kelimesi arapça kökenli bir kelimedir ve bu manası göz ardı edilemez.


Hadis ve fıkıh alimleri 500 seneyi aşkın bir zamandan beri Allâh hakkında "Cenâp" kelimesinin kullanılmasına karşı uyarmışlardır. Şeyhu'l-İslam Zekeriyya el-Ensârî "Esna'l-metâlibi şerhu Ravdu't-tâlib" adlı kitabının 4. cildinde belirtiyor ki imam ve hadis hafızı olan el-Irâkî'ye Allâh hakkında söylenen "VE CENÂB-I RAFÎ'" sözü üzerine soru yöneltiliyor, o da şöyle cevap veriyor: "Allâh'ı bununla isimlendirmek caiz değildir ve bununla yemin de geçerli olmuş olmaz. Allâh'ı bununla isimlendirmek veya bunu O'nun hakkında kullanmak Allâh'ın isimleri hususunda ilhâttır (tahriftir, değiştirmedir)."

Burada Yayınlanan Bilgilerin Paylaşımı Hakkında

Burada paylaşılan bilgilerin, alıntılanarak başka bir sitede yayınlaması için izin almak gerekmez. Başka insanların yazmış olduğu faydalı bilgileri paylaşmak için Dini açıdan izin almak şart değildir. Önceki zamanda gelmiş alimler, kendi elleriyle kitap telif ederek emekleri daha çok geçtiği halde kitaplarının çoğaltılması hususunda bunun izinsiz olarak yapılamıyacağına dair bir hüküm vermemişlerdir. Çünkü bu İslâm Dinine göre caiz olan bir durumdur. Yani bir kitabın yazarından izin almaksızın o kitabı çoğaltan bir insan mahsurlu olan bir duruma düşmemiştir. Din adına aksini iddia edenler Dine aykırı bir söz söylemiş olurlar.

Ancak kişinin, başkalarına ait olan araştırmalarını kendine aitmiş gibi bir izlenim bırakması da uygun bir davranış değildir. Sözün kısası, başkalarının da faydalanması için alıntılanacak yazının kaynağı belirtilirse uygun olur. Böylece okuyucular diğer yazılardan da faydalanabilirler.

İletişim

Tekliflerinizi ve yazılmış hatalar varsa bu hususlarda ikazlarınızı şurayı: Profilimin tamamını görüntüle tıklayarak ilgili sayfada görüntülenen iletişim kısmındaki email adresi aracılığıyla iletebilirsiniz.

Hakkımda

İlimsizce fetva verenlerin ve kafa karıştırcı bilgileri etrafa yaymaya çalışan birçok insanın önceki zamanlara nazaran oranla daha çok türediği bu zamanda Ehl-i Sünnet'in gerek arapça gerekse türkçe dilinde yazılmış olan kaynak eserlerinden yararlanmak suretiyle İslâmi hakikatlerin ortaya çıkması için müslümanların hizmetine yaptığım araştırmaları paylaşmak isterim. Yüce Allâh'tan niyetimi Kendisi için hâlis kılmasını, riyâkar olmaktan korumasını ve hâlis bir niyet üzerinde kalmamı nasip etmesini dilerim.