النَّحْوُ وَالصَّرْفُ كِلاَهُمَا شُرِطْ * * * لِقَارِىءِ الْحَدِيثِ خَشْيَةَ الْغَلَطْ
لَكِنَّ هَذَا فِي السَّلِيقِيِّ سَقَطْ * * * لأَمْنِهِ مِنَ الْوُقُوعِ فِي الْغَلَطْ
Nahiv ilmi, sahabe günlerinde yoktu. Etraflıca şerh edilmiş değildi. Sahabe’nin nahve ihtiyaçları yoktu. Çünkü onların konuşma dili, nahiv dersi görmeksizin nahve uygundur. Sahabeden ummi olanların (okuma-yazma bilmeyenlerin) kendi dillerindeki telaffuzları, nahvi öğrenmeden nahve uygundu. Onların doğal bir özellik olarak sözleri nahve uygundu. Daha sonra araplar, arap olmayanların içine karışınca dil değişti ve arap ile başka müslümanların ağızlarından çıkan yanlışlar yaygın hale geldi. Nahvi öğrenmek de artık farz-ı kifaye oldu.
Hadis okuyana gelince, onun nahvi bilmesi farz-ı ayndır. Çünkü o nahvi bilmeyip de Peygamberin (aleyhisselâm) hadislerinden bir hadisi bir kitaptan okumak isterse o zaman olabilir ki onu hadisin manasını bozacak şekilde, hadisin manasını değiştirecek şekilde okur. Böylece de Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında yalan olur. Nahvi öğrenmemiş bir kimsenin hadis okuması caiz değildir. Ancak harfleri ve ötre, üstün, esre ve sükun işaretleri zabt edilmiş olan (düzgünce yazılı olan) bir kitap bulursa o zaman okuyabilir. Bu kitabı zapt etmiş olanın da alim, sika (güvenilir) olması gerekir. İşte hadis kitaplarından olan böyle bir kitabı elde ederse o zaman okuması caiz olur ve diyebilir ki, Allâh’ın resulü şöyle ve şöyle buyurmuştur. Zira arapça dilinde bir kelime manalara göre ötreli, üstünlü ve mecrur (esreli) olur. Bu arapça dili haricinde yoktur.
Not: Bu bilgiler, zamanın muhaddisi ve allamesi olan üstad Abdullâh el-Hararî'nin fetvalarından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder